20 Ekim 2009 Salı

Koşulsuz Sevilmek

Küçüklüğümden beri evimizde ya kedi vardır ya köpek ya da kuş. Hepsinin huyu suyu ayrı, bakımı farklı ama verdiğin sevgi aynı. Bir kuşlarla çok fazla haşır neşir olamadım. Ele avuca sığmadığından mı? sıkıştırıp öpemediğimden mi bilmiyorum.
Hayvanları sevmeyen insanları sevmez derler ya hani. Bence,bir hayvanı anlamayan insanları hiç anlayamaz dense daha yerinde olurmuş.
Hayatını bir kediyle, köpekle paylaşarak karşındakinin gözüne bakıp ne düşündüğünü tahmin etmeyi, dile getiremediği neşesini, üzüntüsünü, sıkıntısını paylaşmayı öğrenirsin. İletişimin yalnızca uzun cümlelerden ibaret olmadığının farkına varırsın. Sezgileri o kadar kuvvetlidir ki üzüntünü de anlar, sinirli olduğunu da, mutluluğunu da. Destek olması gereken zamanı bilir, sessizdir ama yanında olduğunu hissettirir.

Bir kediyle paylaşıyorsan hayatını/evini kendi sınırlarınız olduğunu bilmelisin. Onu doyuruyor olman seni onun sahibi yapmaz. Hiçbir şeye zorlayamazsın onu. Sadece kendi canı istediğinde sevdirir, oynar, yanına gelir. Asla tam olarak sahip olamazsın ona canını sıkarsan biraz fazla üstüne gidersen kaçar senden. İtaatkar değildirler emir yağdırıp, gözünü korkutup istediklerini yaptırman mümkün değildir. Sana nasıl davranması gerektiğini bilir ama alışkanlıklarından asla vazgeçmez. Kendi başının çaresine bakmayı bilir, sen evden çıkarken ağlayıp sızlanmaz. Sen çıkar çıkmaz en sevdiği köşesine gidip kesitirir, kendi kendine oynar. Sen gelene kadar kendini hoş tutmayı bilir. Fazla kalabalıktan hoşlanmaz ama gelenine gidenine de karışmaz. Eve bir kaç kişi geldiğinde şöyle bir bakar kim var kim yok diye, ortamı beğenmediyse çeker gider yatağına. Seninle olan ilişkisinde mesafesini korur ama sevdiğini de hissettirir. Nankör olarak bilinirler ama aksine hayatını paylaştığı insanı bilir, sever, özler ve asla unutmazlar.

Bir köpekle paylaşıyorsan hayatını/evini aranızda sınırlar ya da mesafe yoktur. Onu doyuruyor olman ve sevgini vermen aranızdaki bütün sınırları yok eder. Eğitilebilir ve seni seviyor diye alışkanlıklarından vazgeçebilir. İtaatkardırlar. Kendisi istemese bile sen istiyorsun diye her şeyi yapabilir. Kendi alanı yoktur,evin her yerini kendi alanı olarak görebilir. Onunla ilgilenmediysen ya da onu kızdıracak bir şey yaptıysan ( onu sensiz bırakmak gibi ) sana inat bütün evi haklayabilir, öğrendiği şeyleri unutmuş numarası yapabilir. Üzülmene, mutsuz olmana dayanamaz. Sen ağlarken gözünün içine bakarak o da ağlar. Yalnızlıktan çok sensiz kalmaktan korkar. Asla başka birini koyamaz yerine. Sen onun için herkesten farklı ve yeri doldurulamazsın. Kara sevdaya tutulmuş gibi sever seni, hatta tapar! Canını acıtacak bir şey yapsan bile bunu sana karşı kullanmaz, sana kıyamaz. Kıskançtır, seni paylaşmak istemez ama senin için senin sevdiğine bile alışır. Bir köpekle hayatını/ evini paylaşıyorsan koşulsuz sevilmenin nasıl bir şey olduğunu çok iyi öğreneceksin ve asla ondan vazgeçemeyeceksin.

16 Ekim 2009 Cuma

Başka Biri Olacaksın

Başka biri olacaksın istemesen de

Tenine başka bir ten dokunduğunda

Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle

Başka bir nefesle karıştğında nefesin

Başka biri olacaksın istemesen de

Gece uykunda ya da gün ortasında

İrkileceksin apansız bir duyguyla

Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi

Başka biri olacaksın istemesen de

Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin

Tüketecek ömürlerini birer birer

Değişecek yeri bir dolabın,pencerede bir çiçeğin

Başka biri olacaksın istemesen de

Dudaklarında benden sonraki bir çizgi

Tanımadığım bir ton gülüşünde

Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin

Sonra,sonra başka birisin

Ataol Behramoğlu

14 Ekim 2009 Çarşamba

Oysa Herkes Öldürür Sevdiğini


sakın
sakın tek bir kelime daha edeyim deme
sakın tek bir yalan daha söyleme
niye biliyor musun ?
çünkü inanırım
onca şeyden sonra şimdi tek bir cümle et
gözlerime bakıp beni sevdiğini söyle
gerçek olmadığını bal gibi bilirim
ama yine de sana inanırım
o yüzden tek bir an bile beni gerçekten sevdiysen sakın


oysa herkes öldürür sevdiğini
kulak verin bu dediklerime
kimi bir bakış ile yapar bunu
kimi dalkavukça sözlerle
korkaklar öpücük ile öldürür
yürekliler kılıç darbeleriyle
kimi gençken öldürür sevdiğini
kimi yaşlıyken
şehvetli ellerle boğar kimi
kimi altından ellerle
merhametli kişi bıçak kullanır
çünkü bıçakla ölen çabuk soğur
kimi yeterince sevmez
kimi fazla sever
kimi satar kimi de satın alır
kimi göz yaşı döker öldürürken
kimi kılı kıpırdamadan
çünkü herkes öldürür sevdiğini
ama herkes öldürdü diye ölmez

7 Ekim 2009 Çarşamba

Kahreden keder kısaca hayat

Göksel - Ağlamak Güzeldir





Ağlamak güzeldir
Süzülürken yaşlar gözünden
Sakın utanma









Ağlamak öfke delice nefret
Doruklarda aşk doyumsuz sevinç
Kahreden keder kısaca hayat
Ve nefesin ve nefesindir

Ağlamak senin kara dünyana
Hala sevdiğin ve hissettiğin
Tüm güzelliğin ve çirkinliğinle
Varolduğundur varolduğundur

Ağlamak şu gelip geçici dünyada
Herşeye rağmen varolmak demektir
Ağlamak yaşayan binlerce duygu
İnsanca güzel bişeydir

Yumuşacık sarı tüyleriyle soğuk kış gecelerimin vazgeçilmezi...
minik patileriyle burnuma yüzüme dokunur, sabaha kadar onu sevmem için uyutmazdı yakışıklı oğlum. Uykum gelene kadar o yumuşak tüyleri arasında elimi gezdirmekten şikayetçi olmazdım. Onun güven duyduğu kolların arasında mutluluktan çıkardığı mırıltılar uykumu getirir, bencilce uykuma yenik düşerdim. Şimdi olsa da o sıkılana kadar sevsem, mis kokusunu içime çeksem.
Onu kaybetmeden bir hafta öncesi farkettim bebeğimin nefes alışındaki garipliği. 07 Ağustos Cuma günü İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi'ne götürmek için sabah erkenden yola çıktım. Tekirdağ ile İstanbul arası arabayla 1-1,5 saat ve PAŞA'nın ilk yolculuğuydu. Yol onu çok sarsmış olacak ki daha hastaneye ulaşamadan fenalaştı, ağzından köpükler çıkarmaya başladı. Sakin olamıyor, soğukkanlı davranamıyordum. Hastaneye vardığımda iyice kötüleşmişti, 8 kişi onu hayata döndürmek için yaklaşık 3 saat boyunca başından ayrılmadılar. Ciğerleri su toplamış, oksijen tüpüyle nefes alıyor, minik damarından aldığı ilaçlarla hayatta kalmaya çalışıyordu. Onu yıkarken, tırnaklarını keserken hırçınlaşır elimden kurtulmak için tırnaklarını halıya geçirerek kaçmaya çalışırdı. Kimi zaman bu tırmıklardan ben de nasibimi alır, canımın acısı geçinceye kadar söylenir dururdum. Şimdi hayata tırnaklarını geçirip, yenilmemesini istiyordum. Yanından hiç ayrılmadım, orda olduğumu bilmesini, bizi bırakmamak için savaşmasını istiyordum. Dayanamadı bebeğim, suni teneffüs ile son kez miyav dedi ve bıraktı kendini
bıraktı beni, bıraktı bizi ...
Sarıldım bebeğime, son kez çektim kokusunu içime,annem görmesin diye götüremedim Tekirdağ'a, ellerimle verdim toprağa
Dinmedi gözyaşlarım, gitmedi yüreğimin acısı
Şimdi pişmanım, keşke diyorum hep
keşke daha çok sevseydim
hep keşke, keşke
Haykırsam neye yarar ki şimdi
bıraktı beni, bizi
Şimdi annesi Ece'ye her baktığımda, onu görüyorum.
Onu da kaybetmekten korkuyorum.
Söz geçiremiyorum kendime, ağlıyorum utanmadan ağlıyorum. Oğlumu özlüyor ağlıyorum, kızımı kaybetmekten korktuğum için ağlıyorum.

18 Haziran 2009 Perşembe

Süpriz Evlenme Teklifi

Canım kardeşim, biriciğim evliliğe ilk adımı attı. Kardeşim dediğime bakmayın aslında öz kardeşim değil ama 16 yıldır 7/24 beraber olduğumuzdan kardeşim, canım, benden bir parça artık o. İyi zamanlarımızda yere göğe sığamadık, kötü zamanlarımızda birlikte ağladık. Ağlamama dayanamadı hiç, onun ağlamasına da ben dayanamadım. Yüzümüze söyledik yanlışlarımızı gevelemeden, yan çizmeden. Belki bu yüzden 16 yıl hiç ayrılmadık birbirimizden, belki bu yüzden pay alabildik mutluluklarımızdan...

Şimdi dünya iyisi bir insanla hayatını birleştiriyor. İkisini de öyle seviyorum ki bunu kelimelerle anlatmam mümkün değil. İlk duyduğum anı hatılıyorum. Özgün'ün balkonundaydık. "Tuğba ben mügeye evlenme teklifi ediceğim, nasıl yapalım" dedi. Bizim kızlar ve Onur'da yanımızda herkes çığlık atmaya başladı. Hepimiz heyecanlandık. Binbir fikir çıktı ortaya. Fikir işi kolaydı da çok önemli bir konu vardı. Her kız bu mutluluğu arkadaşlarıyla paylaşmak, sevmediklerini ise çatlatmak ister. Öyle bir şey yapmalıydık ki Müge hiçbir şekilde hissetmemeliydi ve hayatının en güzel gecesini yaşamalıydı. 4.yıl dönümlerinde özgün mügeyi yemeğe çıkaracaktı zaten ve evlenme teklifinin o gün olmasını istiyordu. Teknede karar kılındı. Kimlerin çağırılacağına karar verdik. 15 kişilik, uygun bir tekne arayışına başladık hemen. Özgün beni ve Yonca'yı yüzük seçmeye götürdü. Hayatının hatasını yaptı bence :) İlk önce seçtiği yüzüğü gösterdi. Güzel, hoş bir yüzüktü ama taşı çok küçüktü. Durur muyum ben.. Hemen gazı verdim tabiki .. Bak Özgün mükemmel bir süpriz yapıyorsun iyi hoş ama bu yüzük ne böyle, bir sürü insan olacak orada ve kızların baktığı ilk şey yüzük olacak şimdi bunu görürlerse Özgün'e bak neler yapıyor minicik yüzük almış kıza diyecekler. Ama şöyle büyük bir şey alırsan oha Özgün' e bak kafam kadar yüzük almış diyecekler dedim. Baktım bizimkinin suratı değişti. Hemen bundan faydalanıp, "beyfendi biraz daha büyüklere bakalım" dedik. Biraz daha biraz daha derken şöyle ele avuca gelen, güzel bir yüzük aldık. Daha sonra Özgün biraz daha büyük, taşı parlak ve özel tasarım bir yüzük yaptırdı. Nasıl gaz verdiysem artık :) Oradan tekneyi kiralayacağımız ofise geçtik. Halimiz aklıma geldikçe hala gülüyorum. Özgün karşımızda sesi çıkmıyor. Kadınla sadece yonca ve ben konuşuyoruz, Özgün'e de bu da olsun bunu da yapalım demek için dönüyoruz, zavallım o da ya peki diyor ya da duygu sömürüsü yapıp, kızım sen kimin tarafındasın diye söylenip duruyordu. Yonca ile son bir işimiz kalmıştı. Müge'ye ve gelecek kızlara duvak dikecek Müge'nin karşınına duvaklarla çıkacaktık. Büyük geceye iki gün kala Özgün, Onur ve Yonca bana geldiler. Programı yazdık, duvakları diktik, mügeye uzun ve taçlı bir şey yaptım. ( Yonca sonlara doğru kaytardı ama neyse artık :) ), müzikleri ayarladık.

Veee işte beklenen an.....



Özgünler gelmeden önce teknede buluştuk. Orada tekneyi ayarladığımız kadınla kavga ettim ama bunları yazmayacağım hiç. Aklıma geldikçe sinirleniyorum zaten. Anlayacağınız eksiklikler vardı ama göze batmadı. Teknenin üstüne saklandık. Özgün ve Müge geldi aşağıda oturdular onlar ve Müge bizi hiç farketmedi. Özgün, Müge'ye yemeğe tekneyle gideceklerini ancak önce biraz dolaşacaklarını söylemiş. Neyse süpriz için havanın kararmasını bekliyorduk bu arada da kaptan oyalanmak için bir oraya bir buraya gidip geliyordu. Hava karardı, İkisinin şarkısı olan Yalın- Küçücüğüm şarkısı çalmaya başladı. Daha önce anlaştığımız gibi garson yanlarına gidip "sizi yukarı alabilir miyiz?" dedi. Yukarı çıktılar, alkışlar, şaşkınlık, çığlıklar derken Müge için hazırladığım duvağı taktım. Tam köprünün altındaydık, Müge'yi köprüye döndürdük, bu sırada Kutsi- İlan-ı Aşk Ediyorum çalıyordu, köprünün altında da "MÜGE SENİ ÇOK SEVİYORUM. BENİMLE EVLENİR MİSİN? " yazıyordu. Evet dediğinde fişekler patladı.

Sonra aşağı geçtik. Özgün ve Müge konuşma yaptı. Dans ettik, içtik, fotoğraflar çekildik.




Herkes çok mutluydu hele Müge saatlerce kendine gelemedi. Yukarıda duvağını takarken zangır zangır titriyordu heyecandan. Beklediğimiz pozlar geldi tabiki yanak yanağa, sarmaş dolaş fotoğraflarını çekip durduk gece boyunca.



Kızdığım anlar da oldu... Mesela yonca elindeki içkiyi kafamdan aşağı döktüğünde çok sinirlendim :)


O kadar mutluydum ki çabuk geçti sinirim :)



Tekneden sonra köfteciye gidip, karnımızı doyurduk. Özgün, Onur falan o gece bende kaldı. Gecenin kritiğini yaptık, fotoğraflara baktık. Ertesi gün herkes işine gitti ama eminim benim gibi kimse gecenin etkisinden kurtulamamıştır.


Temmuzda hanım kızımızı istemeye gidiyoruz. Bensiz olur mu?

Çok mutlu olun minik kardeşim, sizi çok seviyorum.

Eee evlenme teklifi edecek saygıdeğer erkekler görün millet neler yapıyor:) Düşünün taşının daha iyisini yapın. Gerekirse danışmanlık hizmeti verebilirim :))))

17 Haziran 2009 Çarşamba

Anlamak Mümkün Değil

Haberleri izlemekten ve gazete okumaktan nefret ediyorum. Okusan, izlesen deliriyorsun, yok izlemeyeceğim okumayacağım desen yapamıyorsun. Hırsızlık, ölüm, taciz, hergün birileri birilerini doğruyor. Şimdilerde katillerin modası anne ya da toplu aile katliamı heralde. İnsan haber izlerken helak olur mu ya??? Oluyormuş! Ya salya sümük ağlıyorum ya da sinirden elime geçenleri oraya buraya fırlatıp, evin içinde volta atıyorum. Bildiğiniz deli yani ...

Dün kanald'nin haber saatinde zabıtaları izledim. Allahım ya bu ne rezillik böyle. Can güvenliğimiz falan yok bizim kardeşim. Allahın zabıtasında sopa ne arıyor, nasıl önüne gelene vurabiliyor. Tam böyle sinirlenmiş yine kafayı yeme modundayken, kanald'nin yaklaşımıyla sarsıldım. Neymiş efendim; zabıta belki de işini yapıyormuş ama bu görüntülerle haklıyken haksız konuma düşmüş. Bu ne demek ya. Bu yaptığın habere söyleyeceğin şey bu mudur?

Yok ya bizim milletimizi anlamak cidden zor. Zabıta sopayla adam döver, polis kafa atar, orda burda hak, hukuk, işçi diye dolaşanlar kaldırım taşlarını söker, esnafa zarar verir. Birileri rahat rahat kız arkadaşını, ailesini doğrar. Nasıl bir dünyadayız biz ya bu kadar pis mi bu kadar kirlenmiş mi insanlar. Anlamıyorum böyle devam ettiği sürece de hiç anlayamayacağım. Hakkımızı savunmayı, kullanmayı bile bilmiyoruz. Kimse işini yapmıyor. Yapan da ya kendine üç beş kuruş almadan elini kaldırmıyor ya da işini yaptığını zannedip böyle kafa patlatarak, göz çıkararak stres atıyor. Hadi ben bu olanları anlamıyorum, diyelim ki kafam basmıyor. Kimse mi farkında değil yaptıklarının, yapılanların.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Yonkam'ın Doğum Günü

Geçen Cumartesi Yonkam'ın doğum gününü Kumkapı'da kutladık. Hoş Seda diye bir yer ayarlamış, kişibaşı 60 TL. Mönüde ; sınırsız içki , mezeler, ara sıcaklar, balık, meyve, tatlı vardı. 15 kişi falandık. Gece çok sakin başladı aslında ufak ufak içiliyor, sohbet ediliyor, mezelerden tadılıyordu. Ara sıcaklar gelmeye başladığında masa hareketlenmeye başladı. Sesler daha bir yüksek çıkıyor, kemancıya paralar uçuyor, şarkılar söyleniyordu. Ana yemeği kimsenin hatırladığını sanmıyorum. Sonra bir dansöz geldi masaya:) dansöz demeye bin şahit lazımdı tabi. Hayatımda bu kadar çirkin bir dansöz görmedim ben. Kesin herkesin sarhoş olmasını bekleyip öyle çıkarıyorlar bu dansöz bozuntusunu. Ne oynamayı biliyor, ne milletin gözünü gönlünü açıyor :) Sarhoşluktan hiçbir şey göremeyecek durumda olan gerzek erkeklerin orasına burasına para atıp durdukları çirkin mi çirkin dediğim kadın çuvalla para toplıyordur heralde bir gecede.


Dansöz dediğin de aklına şöle güzel, alımlı bir hatun gelir değil mi ? Masaya gelir masadaki erkekler gözlerini alamaz yanlarındaki hanımlar suratını asar :) aptal aptal triplere girer. Yok işte ben bu dansöz geldiğinde hiç böyle şeyler görmedim. İlgi tamdı yine bak bir şey söyleyemem kız erkek farketmedi para yapıştırıldı ama göze hitap etmiyordu işte o kadar. ( Aslında kıza da fazla yüklenmek istemiyorum, tuvalette karşılaştık iyi bir kıza benziyordu! )

Bu arada o gece çok güldüğüm başka bir şey daha oldu. Arka masamızda turistler vardı ve masaya rakı geldi. Bir turist hatun rakının tadına baktı. O surat ifadesini görmenizi isterdim. Kadın kızardı, bozardı, kusacak kusamıyor eliyle ağzını yelleyip habire su içiyor vallahi abartmıyorum kesin 3 litre su içti kadın o gece. Eeee şimdi ne söylemek gerekir. Rakıyı her yiğit içemez hadi içti diyelim kaldıramaz :))))))))))))

14 Mayıs 2009 Perşembe

Milyonların İçinde Ben

Yazacak o kadar çok şey, söylenecek o kadar çok sözüm var ki aslında. Yazamıyorum, anlatamıyorum. Kendime bile itiraf edemediğim şeylerin tanıdığım ya da tanımadığım insanlar tarafından okunma olasığının yazma isteğimi bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim bu bloğu açarken. Gezdiğim, gördüğüm yerleri yazacak yeni öğrendiğim şeyleri paylaşacaktım. Nerden bilirdim ruh halimin bu hale bürüneceğini. Nerden bilirdim en güvendiğim tarafından yıkılacağımı ve bunu anlatıp tarafsız fikirler almak isteyeceğimi. İşte, evde, arkadaşlarımla olanları, sevgilimle olanları rahat rahat yazarım sanıyordum.


Olmuyormuş!


Bazen için o kadar acıyormuş ki, canın o kadar yanıyormuş ki ne kendini ifade edebiliyormuşsun ne de başka bir şekilde dile getirebiliyormuşsun hislerini. Sorun üstüne sorun yıkılıyormuş üstüne. Kimin sorunu yok ki! Herkes bir savaşın içinde değil mi bu hayatta. Kimi kariyer peşinde önündekini ezip geçme derdinde, kimi eziliyor güçlenme peşinde, kimi bırak kariyeri bir somun ekmeğin peşinde, kimi yıllardır sahip olamadığı, ikna edemediği aşkının peşinde, kimi arkadaşlarını elinde tutmanın .... daha bir sürü şey sayabiliriz değil mi ? Herkes bir yerlerde bir şeyleri kovalayıp, duruyor. Kimi sahip oluyor istediği şeylere kimi olduğu yerde sayıp duruyor.


Bir dakikalık halini düşün dünyanın tam şu anda bir sürü kız ve erkek bebek dünyaya geldi. Ağlama seslerini duyar gibiyim. Bilmem kaç tane anne gülümsüyor şimdi, içinde yaşattığı parçasına kavuşma şaşkınlığıyla. Kaç tane çocuğun annesi ya da babası öldü acaba o bebekler dünyaya geldiği sırada. Bu bir dakika içinde bir sürü insan ağlarken bir sürü insan da gülüyor. Evrendeki karışıklığı düşünebiliyor musun ? Kahkaha seslerini, ağlama, yakarma seslerini. Bu kadar sesin arasında yaşıyoruz ama birbirimizi farketmiyoruz. İşte ben de o milyonlarca insanın içinde gözyaşlarını içine akıtan, içinde fırtınalar kopan insanlardan biriyim.

Anlatsam anlatamıyorum. Anlatmasam dayanamıyorum.

25 Nisan 2009 Cumartesi

BAHAR TATİLİ

Telefonun alarmı çaldı, artık kalkma vakti geldi. Oysaki ben yatalı daha bir saat olmuştu. Böyle tatile mi gidilir saat sabahın 4 ü diye söylene söylene kalktım. Makyaj falan yapacak halim yoktu, üstüme rahat bir şeyler geçirip, saçımı dağınık bir şekilde toplayıp taksinin gelmesini bekledim. Sadece Boğaz köprüsünün ayağını gören penceremi açıp, temiz havayı içime çektim. Henüz gün ağarmamış, sokak sessiz ve karanlık. Yaygaracı İstanbul bile uyuyor ben ayaktayım deyip geçtim içeri. Nihayet taksi geldi, bu sakinliğine alışık olmadığım yollarda süzülerek vardık havaalanına. Kapalı alanlarda sigaranın yasaklanması yüzünden ayazda titreyerek içtim sigaramı. 6.40 da olan uçağımıza yetişemeyeceğimizi söyleyen ve sabah sabah beynimi yiyen suratsız ama bi o kadar da şeker olan bal tatlısı sevgilinin koluna girip girdim içeri.

Ve işte Antalya'dayız ama çile bitmedi. Uçak biletlerimizi ETS den almadığımız için otele aktarmamız yok. Havaş'a gittik 10dk'lık yola kişi başı 10 TL vererek Antalya Merkeze vardık. Burdan otobüse binip Belek'e , Belek'ten de taksiye binip otele ulaşmamız gerekiyor. Havaş kalabalıktı bu yüzden sevgiliyle ayrı oturmak zorunda kaldık, yanımda oturan bayana Antalya'lı olup olmadığını sordum, sonra başladı muhabbet zaten. O da istanbul'dan Kongre için gelmiş. Hekimmiş kendisi. Neyse aynı yere gittiğimizi öğrendim. Havaştan indikten sonra taksiye bizi Belek'e ne kadara götüreceğini sorduk. Cevap:85YTL. Teşekkür edip otobüsün kalktığı durağa gittik. Havaş'ta sohbet ettiğim bayanın yanına oturup, otobüsü beklerken çene çalıp çay içtik. Taksi şöförü geldi 60 YTL'ye götürebileceğini söyledi. Yanımızdaki bayana uyar mı dedim. Bana uyar, hatta süper olur dedi. Bir anda sevindirik olup doluştuk arabaya. Otele vardık, saat daha 09.30. Otel ETS'nin oteli olduğu için kapının girişinde ETS'nin elemanları karşıladı. Kayıt için bilgilerimizi verdik ve tam tahmin ettiğimiz gibi sanki otelin bütün odaları doluymuş gibi saat 12.00 de odaların boşaltıldığını, 13.00 13.30 gibi odalara yerleşebileceğimizi bu zamana kadar her şeyden yararlanabileceğimizi, gidip kahvaltı etmemizi hatta tuvalette üstümüzü değiştirebileceğimizi söylediler. Gidip kahvaltı ettik ve üstümüzü değiştirmek üzere tekrar lobiye çıktık. Uykum var bayıldım bayılacağım. Sevgili ETS'yle konuşmak yerine resepsiyona yöneldi. Erdal Bey iki dk da odamızı ayarladı hatta otelin hangi bölümünde, hangi bungalovlarda konaklamak istediğimizi bile sordu.

Yerleşip, biraz uyuduk. Sonra kalkıp gözleme yedik, oteli gezdik. Her şey dahil konsepti kapsamında hizmet veren otelde biri ücretli (Teppanyaki a la carte restoran) 8 A la carte restoran mevcut. Restoranlar; Balık a la carte restoran, Fransız a la carte restoran, Kebabistan a la carte restoran, Meksika a la carte restoran, Rum a la carte restoran, Çin a la carte restoran, İtalyan a la carte restoran. Tatiliniz boyunca Sabah 09.00 - 12.00 arası rezervasyon yaptırarak bu A la carte restoranlardan 1'er kez yararlanabiliyorsunuz. Ayrıca yine 1 kez yararlanabildiğiniz köy kahvaltısı yapma şansınız var. Biz İtalyan'a, Meksika'ya, Rum Tavernasına ve köy kahvaltısına gittik. Hepsi birbirinden güzeldi. Özellikle Rum tavernasında çok eğlendik, müzikler, mezeler müthişti. Meksika restoranında yemekler benim yiyebileceğim gibi değildi acısı azaltılmış olmasına rağmen yandım. Aç kalmama rağmen kızarmış dondurması, tekilası ve acıbadem likörlü özel kahvesi için tekrar giderim. İtalyan Restoranı bizim favorimiz olduğu için ona her tatile gittiğimizde uğrarız. İtalyanların o kadar şey yediklerini sanmıyorum :) Köy kahvaltısı ise dillere destan. Yanınızda semaveriniz önünüzde peynirler, yumurta, bal, reçel yok yoktu. Otelin ana restoranınında yemekleri lezzetli ve kaliteliydi. Otelde 24 saat yerli ve yabancı içeçekler, gözleme, dondurma ve yiyecek bulabiliyorsunuz. Tesiste 6 adet su kaydırağı, 4 açık havuz ve 1 kapalı havuz mevcut. Ana havuz oldukça büyük. Ana havuzun kenarından suyun içinde yürüyerek bir ucundan diğerine gidebileceğiniz bir yol yapmışlar. Sağlığa zararlı olduğunu düşünerek buna kızan çok insan olsa da havuzların değerleri görevliler tarafından gün boyu takip ediliyor. Bana göre çok şık ve ince düşünülmüş.





Bundan önce yine ETS'nin oteli olan Side'deki Club Voyage Sorgun'a gidiyorduk, orası da çok güzel bir otel hatta seneye tekrar gitmeyi düşünüyorum. Sorgundaki anarestoranın yemekleri bu kadar kaliteli değil ama animasyon ve eğlencesi 10 numara. Adım attığın anda animatörler karşılıyor ve eğlence başlıyor. Sorgunda animatörler sayesinde nefes almaya vaktimiz olmuyor, deliler gibi eğleniyorduk. Belek'te ise animatörleri sizin aramanız gerekiyor. Animatörlerin yüzünü görmedik diyebilirim. Bazı akşamlar animasyon bile 30 dk sürdü. Kendi kendinize eğlenmek zorunda kalıyorsunuz. Neyseki tenis kortları var da akşamüstlerimizi kurtardı. 1-1,5 saat tenis oynadık. Bu arada bu otele gitmeyi düşünenler için ek bilgi vereyim. Raketleri ve topları tenis kortlarının yanındaki kulubeden alırsanız ücretli, ana havuzun oradaki animatör kulubesinden alırsanız ücretsiz. Bu bilgi size verilmiyor, biz cazgır olduğumuz için öğrenebildik. :) Akşamları animasyondan sonra barda canlı müzik oluyor. Grup çok iyiydi, eğlendiriyorlar ve güzel parçaları seslendiriyorlar. Barın dekorasyonunu çok beğendim kapının üstünde gerçek bir motorsiklet var. İç kısmında karşılıklı koyulmuş 2 tane amerikan arabası koltukları var. Kapının girişinde Londra'nın nostaljik telefon kulubesini koymuşlar. Akşamları tıklım tıklım oluyor, 16 yaşından küçükler giremiyor. Epeyce turist vardı, çoğu da sıcak kanlı ve konuşkandı. Pistte dans edip şakalaşıyorlardı.

5 gece 6 gün kaldık. Bu mevsimde çok ucuz oluyor, sezonda bu otelin gecelik fiyatı 250 YTL. Bize gecesi 65 YTL'ye falan geldi sanırım. Yol parası otelden pahalı, uçak biletlerimizi ETS'den almadık kendimiz aldık. Neredeyse ETS'nin söylediği fiyatın yarısına bulduk biletlerimizi. Şansımıza hava da çok güzeldi havuza, denize girebildik, bol bol güneşlendik, kapkara olduk, yedik, içtik, tenis oynadık, deniz bisikletine, kanoya bindik. Ama her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bunun da sonu geldi. Bugün pazartesi iş başı yaptım. Sevgiliyle konuştuk benimle dalga geçiyor, kahvaltıdan sonra tenis oynayalım sonra güneşlenirsin diyor. 24 derece olan Antalya'dan, sıcaklığı 8 derece olan patırtıcı İstanbul'a döndüm halimi siz düşünün diyeceğim ama yok yok soğukta olsa, gürültücü, patırtıcı da olsaİstanbulum gibisi yok. Otelde yaşamak güzel de İstanbul'u bırakıp Antalya'da yaşadığımı düşünemiyorum.

13 Nisan 2009 Pazartesi

SMART BLOGGER ÖDÜLÜ



Sevgili Mehbup beni smart blogger ödülüne layık görmüş. Kendisine çok teşekkür ederim.

Mehbup : http://mehbup.blogspot.com/
ÖDÜLÜN KURALLARI

1-Ödülü verenin linkini yayınlamak.

2-Ödülü verdiğin kişilere mutlaka haber vermek.

3-Bu ödülü verdiğin blog sahibinin linkini vermek.

4-Gördüğünüz resmi eklemek.



Digital Kelebek : http://digitalkelebek.blogspot.com/

Lemur : http://emigunay.blogspot.com/

Şirinem : http://aysed.blogspot.com/

Manukyan : http://vzgelirtrsgider.blogspot.com/

9 Nisan 2009 Perşembe

İyi ki Doğdum Ben :)))


Dün geceden beri doğum günümü kutluyorum hala da devam ediyor. Yıllardır görmediğim sesini duymadığım insanlar bile arayıp doğum günümü kutluyor. Çok mutlu oluyorum ama her geçen gün biraz daha yaşlanıyorum diye içim içimi yiyor. Geçen haftasonu annemin yanına gittim. Şen şakrak öyle sohbet ederken konu yaşa geldi. Bir hesapladık ki 40'ıma 13-14 sene kalmış.Bir gün bir kalkıcam ki koskoca 13 seneyi devirmişim. Her yaşın kendine göre güzelliği vardır derler ya palavra! Gençlik gibisi var mı ? :) Küçüklüğümü hatırlıyorum 18 yaşıma kaç sene var diye oturur hesap kitap yapardım minik ellerimle. Ooo derdim 2000'li yıllarda olacağız daha çok var. Dayımlara, annemlere 18'ime bastığımda evlenicem, hemen çocuk yapıcam, çocuğumla büyüyeceğim derdim. Ne acelem varsa :) O uzun yıllar var dediğim seneler gözümü açıp kapayıncaya kadar geçti. 18'ime bastım bi halt olmadı! Ne evlendim ne de başım göğe erdi. Her geçen yıl, masumiyetimi kaybetmeme neden olmaktan ve kötü kalpli insanlarla dolu olan gerçek hayatı görmemden başka bir şey vermedi bana. Canımı yaktılar, ağladım, büyümeyi kabul edemeyip çocuk gibi davrandım. Olmadı. Küçük kalamadım ama kendilerine de benzetemediler beni. Kimse hakkında kötü düşünmedim, masumiyetimi korumaya çalıştım. Ne kadar başarılı oldum bu konuda bilmiyorum bunu en iyi bilen etrafımdaki insanlardır heralde. Asıl cevap onlarda. Mutlaka birilerini üzmüşümdür, kırmışımdır ama asla bilerek isteyerek değil. O büyümüş, kalpleri kararmış insanlar gibi asla kimseyi zayıf noktasından vurmadım. Hatalarını kendisine söylemekten çekinmeyip, etrafa karşı örttüm bütün eksikliklerini. Hatamı kabullendim, özür dilemeyi bildim, kırdığım kalbi tamir etmek için elimden ne geliyorsa yapmaktan çekinmedim. Hata yapmaktan korkmadım, hatamın farkına varamamaktan korktum. Mantığımla yaşamayı öğrenemedim, hep kalbimi dinledim. Gözyaşlarımdan utanmadım, avazım çıktığı kadar ağladım. Ailem, arkadaşlarım, yakınlarım için mücadele etmekten çekinmedim. Hiçbir şeye boşver demedim, geceler boyunca düşündüm. Yanımda ağlayanın omzunu sıvazladım, derdini derdim bildim. Karşımdakinin küçük bir gülüşü için soytarı olmaktan gurur duydum. Güldüm, eğlendim, mükemmel dostluklar kurdum, aşık oldum, aldatıldım, okudum, para kazanmaya başladım, yalnız yaşadım, ayaklarımın üstünde durmak için çabaladım. Başarılarım da oldu başarısızlıklarım da . İyi bir evlat, iyi bir arkadaş, iyi bir insan olmak için çırpındım. Bugün bakıyorum da içimdeki çocuk kayboluyor, ben onu ne kadar yaşatmak istesem de içimdeki kıpırtıları, heyecanı da alıp beni terk ediyor. Sanırım ben de büyüyorum.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Çekmediğim Dertler Çile Kalmadı..... !!!!

Bu aralar hangi blog a uğrasam birileri regl ağrısı çekiyor. Yıllardır ben de aynı acılardan müzdariptim. Öyle bir acı ki okula, işe gidemiyordum. İşe gitmeyi bırak acıdan, ayaklarımın ağrısından, titremesinden ve mide bulantısından ayağa kalkamıyordum. ( sinir, stres, ağlama krizlerini saymıyorum) Acaba kist mi var? Ben de kesin bir şeyler var? diye diye kendimi yiyordum. Sonra bir gün bütün korkularımı bir kenara bırakıp doktora gitmeye karar verdim. Karnıma jel sürüldü, ultrasonla bakıldı allaha şükür kist mist çıkmadı.


Meğer regli ağrısı genelde magnezyum eksikliğinden kaynaklanıyormuş. Regl döneminde magnezyum düzeyi azalıyormuş ve tatlı isteği artıyormuş. Annem hep sen kendini şartlandırıyorsun canın ondan tatlı istiyor, bir kaşık bal ye tatlı isteğin falan kalmaz diyordu. Olmuyor işte kanmıyor benim bünyem bir tatlı kaşığı bala falan. Okusun bakalım şimdi neden canım tatlı istiyormuş. Bilim dünyasına şükürler olsun Sonunda beni bir konuda haklı çıkardı! Sigara, kahve, tuz ve aşırı çaydan uzak durulması gerekiyormuş. Sigara haricinde hepsine varım. Azaltabilirim hatta ağzıma bile koymam. Aslında şimdi bir yerde okudum da karbonhidrat ve tatlıdan da uzak durmak şartmış regl öncesinde. Neyse bu yine de beni haksız çıkarmaz. Sonuçta tatlı isteğinin olduğu bir gerçek. Doktorumun söylediğine göre ben de bir anormallik olup olmadığını anlamak için magnezyum desteği vermesi gerekiyormuş. Bana Magnesium Diasporal 300 die bi ilaç verdi. Regl olduğum dönemler dahil olmak üzere her gün yarım bardak suya karıştırıp içtim. Regl dönemime 1 gün kala da kanımın sulanması için 1 Sedergine'i yarım bardak suyla indirdim mideye. Doktora gittiğimden beri bu 3. regl dönemim ve o çektiğim acılardan eser yok. Tabi yine bitkin, halsiz, sinirli ve hafif ağrım oluyor ama o çektiğim eziyetten sonra ağrım var demeye utanır insan . Beni daha da allak bullak eden regl öncesinde ve sonrasında aldığım yaklaşık bin tane ilacı çöpe attım, kullandığım Magnesium Diasporal hem ağrılarımı geçirdi hem de magnezyum düzeyim düşmediği için artık danalar gibi tatlılara saldırmıyorum. Daha önce doktora gitmeyip o gerzek ağrıları yıllarca çektiğim için kendime çok kızıyorum ama yapacak bir şey yok kısmette o acıları çekmekte varmış!

24 Mart 2009 Salı

İlk Mimim :)))

Aysed seni en çok etkileyen kitap hangisi demiş ve mimlemiş. :)) Kendisine mim için teşekkür ediyorum. Kolay gibi dursa da benim için çok zor bir soru aslında bu. Kitap bambaşka bir şey benim için. Kitabı ilk elime aldığımda koklarım, arka kapağını okurum, sonra doğal olarak önsözünü işte o önsözün bitmesiyle cast'ını yaptığım ve yönettiğim filmimi satırların arasında izlemeye başlarım. Kitaba gömülmüş, dünya ile ilişkimi kestiğim o anların yerini hiçbir şey tutamaz heralde.

Çocukluğumda eve giren her kitabı önce annem okur sonra sıra bana gelirdi. Sanırım bu özelliğimi nerden aldığım ortada. Kitabı okur eğer ağır bir kitapsa bence bunu daha sonra okumalısın önce şunları oku der, beni yönlendirirdi. Gece yatağıma girer girmez başucumdaki kitabımı alır onunla uykuya dalardım. Aslında ilk zamanlar bu benim için oyuna dönmüştü. Her kızın babasından övgüler alması hoşuna gider değil mi ? Benim de hoşuma giderdi. Yatma vaktim geldiğinde yatağıma kurulur elimde kitabım gözlerimi kapıya diker babamın kapıdan girmesini beklerdim. Her gece mutlaka odama uğrar, beni elimde kitapla görünce gözlerinin içi parlayarak ne kadar tatlı olduğumu, kitap okumamın onu çok mutlu ettiğini, bu alışkanlığımı çok beğendiğinden bahseder, bazen kitap hakkında sorular sorar bazen de sesli okumamı ister beni dinlerdi. Sonra gurur dolu bakışlarıyla yanağıma kocaman bir öpücük kondurur, iyi geceler diler yanımdan öyle ayrılırdı. Çocukken seni en etkileyen kitap hangisi diye sorsalar düşünmeden "Şeker Portakalı" ve Simyacı derdim. Şeker Portakalı'nı ilk okulda Simyacıyı ortaokulda okumuştum.



Şimdi ise bu soruya bir solukta okuduğum Kürşat Başar'ın Başucumda Müzik adlı romanı ve Jean-Christope Grance'nin Kurtlar İmparatorluğu adlı romanı olarak cevap verebilirim.
Kürşat Başar, bir kadının duygularını bu kadar etkileyici, içten ve detaylı anlatmasıyla beni şaşkına çevirdi. Romanın asıl kahramanlarının Fatin Rüştü Zorlu ve yasak aşkı Vesamet Hanım'ın olduğunu bilmem, benim için kitabı daha çekici kıldı. Yakın tarihe ilgi duyan herkesin bu yasak aşk masalını okumasını tavsiye ederim. Daha önce de yazmıştım Kurtlar İmparatorluğu'nun kitabını okuyanların filmi beğenmesi zor. Belki de benim kafamda kurduğum mekanlarla ve kişilerle özdeşmediği için ben beğenmedim bilmiyorum ama kitabın okunmasını şiddetle tavsiye edebilirim. Bitmesini istemeyeceksiniz. Zaten kitabın arka kapağında yapılan yorumlar kitap hakkında yeterince referans veriyor bence.

'Gerçekten etkileyici bir yazar.'
-The Guardian- '
Grange güçlü bir kalem. Onu seviyorum.'
-Anita Brookner, The Spectator-
'Eleştirilere, mantığa, gerçeğe meydan okuyan bir kitap...'
-The Washington Post-
'Paris'te sokak sokak, cadde cadde yaşanan bir kedi-fare oyunu... İstanbul'a kadar süren ve Nemrut Dağı'nda sona eren bir kaçma-kovalamaca... Jean-Christophe Grange'ye yaraşır bir kitap.'
-Le Monde-
Seri cinayetler, uyuşturucu kaçakçılığı, Strasbourg-Saint-Denis'deki Küçük Türkiye, Fransız polisindeki iç hesaplaşmalar, tıbbın karanlık amaçlara alet edilmesi. Paris'i kana boyayan Türk mafyası. Kızıl Nehirler'in, Taş Meclisi'nin ve Leyleklerin Uçuşu'nun yazarı Grange'den yine çarpıcı, yine soluk soluğa bir roman.

Gelelim mime ben de; Gudubettin-i Aşikar'ı, Hiç kimse'yi,
Mehbup'u, ve Lemur'u mimliyorum.

19 Mart 2009 Perşembe

Yazmış Olmak İçin Yazmak

Çok uzak kaldım senden bu aralar. Ama talihsizlik yakamı bırakmıyor. Hafta başında bilgisayarda çalışırken birden bire öğrencilerin bütün bilgilerinin bulunduğu ajans klasörü silindi. Sildim demiyorum çünkü nasıl olduğunu anlayamadım. Hemen bilgi işlemi çağırıp bakmalarını rica ettim. Ne yaptılarsa olmadı, dosyalar bulunamadı. Allahtan bölük pörçük yedeklerini almıştım bazı dosyaların. Kurtarılamayan dosyaları tekrar yazdım, düzenledim falan filan. Boşuna yorgunluk oldu yani...


Geçen hafta Perşembe babam geldi, bende kaldı. Cuma birlikte Tekirdağ' a döndük. İyi de oldu arabayla rahat rahat gittim. Anneciğimle dertleştik, kokladım, bol bol sarıldım üzerime sinsin diye kokusu.Doyamadan döndüm.


Haftasonu maillerime baktım da Helipak ve Glucophage ile ilgili bir sürü soru gelmiş.

Helipak'ı 15 gün kullandım bütün yan etkilerini yaşadım diyebilirim. %3 görülen eklem ağrıları da dahil. Evet bir şey yiyemedim, içim almadı ama bunun yanında da inanılmaz halsizlik ve başdönmesi sorunu yaşadım.

Glucophage' ı ise hala kullanıyorum. Vucuttaki karbonhidratı atıyor. Şeker hastası olmadan ve/veya doktor vermedikçe kullanmak çok tehlikeli diye yazıyor etrafta. Sağlığına, canına kastı olan kullansın ne diim. Bir dietisyenim Glukofen vermişti bana o da bu ilaçla aynı etkiyi gösteriyor sanırım. Yine de dr a sormadan kullanmayın bence


Çok keyifsizim nedense ya bir şey yazmak bile istemiyorum. Zorlayınca da böle bir şeye benzemiyor işte. Daldan dala atlayıp duruyorum. Gezek miyim neyim anlamıyorum ki
Millet nelerle uğraşıo benimse abuk subuk tekrar yapılabilecek şeyler keyfimi kaçırıyor. Yok efendim öyleymişte böyleymiş. Zorla kaşınıyorum sanki.. Böle diye diye belayı çekicem üstüme iyice.

26 Şubat 2009 Perşembe

Bitik Tugbisimm İyice Bitti Sesini Duyan Yok

İlaçları kullanmaya devam ediyorum. İnanılmaz bir mide bulantısı var. Halsizliği söylemiyorum bile, işten çıkıp eve kendimi zor atıyorum. 3 günde 3 kilo verdim. Aslında iyi de oldu kilo almıştım bu aralar, onlardan kurtulmama yarasın bari bu eziyet. Bu kadar kilo vermeme neden olan ilaçta midem için olan helipak ve şeker yüklemesinden sonra şeker hastası olmanın sınırında çıktığım için doktorum tarafından verilen Glucophage. Geçen gün nedir bu ilaç, kimlere nasıl yaramış diye bakınırken gördüm ki insanlar bu ilaçla iğne ipliğe dönmüş. Hemen atlamasın kimse doktor tarafından verilmediğinde komaya sokup ölüme bile neden oluyormuş. Benden söylemesi.


Bu aralar kendimi yine filmlere ve dizilere verdim. Bu hafta izlediğim filmler şöyle efendim :


  • The Crious Case of Benjamin Button

  • Slumdog Millionaire

  • The Reader

3 film de çok iyi kurgulanmıştı ve birbirinden güzeldi.



  • Recep İvedik

  • Güz Sancısı

Dönem filmlerinin, Beren Saat'in ve Tomris Giritlioğlu'nun hastası olan biri olarak Güz Sancısına gitmemek omazdı. Beğendim çok iyi işlenmiş ama belki de beklentilerimi çok yüksek tuttuğum için istediğim hazı alamadım filmden. Bu demek değil ki kötü bir filmdi. Bence mutlaka izlenmeli!


Recep İvedik hakkında bir şey yazmak bile istemiyorum. İşte bildiğimiz hanzo, dağdan kaçmış bir ayıcığın hikayesi. Şahan'ın bu ayılığını seviyorum diyemiyeceğim ancak etrafımızda bu tiplerden çok mu var, gözümüz mü alıştı bilmiyorum ama bazen sempatik geliyor. Bahsettiğim şeyin film boyunca 80 yaşındaki ninesiyle birlikte bol bol ettiği küfürler olmadığına eminim.


Bu hafta izlediğim dizilere ile şöyle:



  • Tabiki Lost

  • Tru Blood

  • Dead like me

İşler iyice garipleşti Lost'ta her şey yavaş yavaş yerine oturuyor gibi bakalım bugün düşecek yeni bölüm çok heyecanlıyım. Tru Blood baya ilgimi çekti supernatural'a benzetmeye çalışmışlar hadi bakalım 1. sezon bitti tatildeymiş şimdi. Dead like me 'ye yeni başladım 3 bölüm izledim. 18 yaşındaki bir kız ölüyor ( ki bence hayattayken de ölü gibiydi) ve ruh alıcı olarak ölümsüz oluyor. Daha pek zevk alamadım ileriki bölümlere göre bakıcaz artık.


Film izlemekten ve bu iğrenç haplardan dolayı kaymış bir halde geziyorum etrafta, allahım bitsin bu çile!

17 Şubat 2009 Salı

Doktora Gittim Hasta Oldum

Senden uzakta kaldığım günlerde öyle kötü zaman geçirdim ki anlatamam. Öğrenciler ara tatile girdi diye biz de kendimize tatil vermiştik. Haftanın 2 günü okula gittim, güya geri kalan günlerde dinlenecektim. Nerdeee! Sabahtan akşama kadar hastane köşelerinde süründüm. Canım arkadaşım iyiki yanımdaydı da zaman biraz olsun geçti. Tahlillerimi yaptırdım. Kolestrolüm yüksek çıktı, diğer değerler normaldi. Midemden çok şikayet ediyordum , böyle ağrılar giriyordu gece, yanmalar falan oluyordu hastanede buluyordum kendimi. Neyse endoskopi yapıldı. öyle korkuyordum ki boru sokacaklar boğazımdan diye. Ya midem bulanırsa ya kusarsam diye düşünüp korkuyla ve sürekli google'dan nasıl bir işlemmiş bu diye kıvranırken büyük gün geldi çattı. Amerikan hastanesinde yaptırdım endoskopiyi sevgilim ve canım arkadaşım yalnız bırakmadılar beni. Zaten doktor da uyarmıştı, sizi eve götürmek için yanınızda biri olması gerekiyor demişti. Neyse benim randevu saatim geldi. Hemşire çağırdı yanına ellerim buz gibi, içimden birşeyler kopuyor sanki. Kurbanlık koyun gibi arkamı dönüp bakıyorum benimkilere:)

-Hemşire hanım gelemezler mi yanıma en azından biri yanımda olsaydı.

- Hemşire gülerek: Merak etmeyin siz bir şey hissetmeyeceksiniz. ( kimbilir kimlerle uğraşıyor sabahtan akşama kadar.)

- ama ama ben biraz tedirginim aslında daha çok korkuyorum diyebilirim.

- Farkındayım. Hiç korkulacak bir şey değil, rahatlayın lütfen.

-Çarpıntım var şuan bir şey olur mu ? Bir de ben sigara içtim yaklaşık 1 saat önce bir etkisi olur mu ?

- yok bi etkisi olmaz. üstünüzdekileri çıkarın lütfen ben de hem tansiyonuzu ölçüp, hem de size işlemi anlatayım.

- Tamam.

Küçük bir odaya aldılar ilk gördüğüm şey bana girecek olan hortumdu. Siyah uzun bir şey sonra midemin fotolarında da gördüm aynı boruyu. doktor hastasının yanında olduğu için baya bekledim o küçük odada. Kalp atışlarımı dinlemek için böle minik minik şeyler taktılar orama burama, kolumda tansiyon aleti belli zamanlarda şişiyor ölçüyor falan dedim ben gidiyorum heralde bildiğin ameliyata alıyorlar beni. Makinadan kalp atışlarıma bakıyorum böle ben bunları düşünürken yükselio yükselio sonra kendimi kontrol ediyorum sakinleştiriyorum iniyor falan biraz eğleniyordum sanırım :) neyse geldi doktor bi iki bişeyler söledi bilmem ne yapın dedi. aradan 15 dk falan geçmiş ben uyandım. odaya aıyorlardı. Hemşire bir şeyler söyledi. benden gelen tepkiler aynen şöyleydi

- ama ama ben uyumadım ki! bana bir şey yapmadınız.

- Bir şey hissetmediniz değil mi? Bakın çabucak bitti bile.

- Ben bekliyordum orada. Endoskopi falan yapılmadı daha bana

- Böyle inanmayan hastalarımız oluyor allahtan kanıtımız var. Siz şimdi dinlenin burada size midenizin fotolarını göstericez falan dedi.

Sonra bi erkek hemşire ilgilendi benle adama sürekli ben çok iyiyim kalkabilirim. Artık gideyim mi ben ? falan diyodum bi taraftan da uyukluyordum. Yanıma sevgilimi göndermişler nasıl bulantısı var mı diye sormaya geliyor ben sesi duyuyorum gideyim mi artık diyordum. Neyse bi kalkalım falan dedi erkek hemşire. Kalktım

- Bak iyiyim ben işte hadi gidelim demeye başladım

- erkek hemşire: iyisiniz tabi ama bakın sendeliyorsunuz diyor.

benim kafa bi dünya cidden yürüyemiyorum bildiğin sarhoş gibiyim.

Neyse zorla beklettiler sonra doktorun yanına götürdüler işte orda ne konuştuğumu kadının ne dediğini pek hatırlamıyorum. Tek hatırladığım

-Midenizde ; ülser başlangıcı, reflü, gastrit ve mikrop var. Midenizden şikayet etmeniz çok normal.

Zaten bu cümleyi duymam yeterliydi, her şeyin özetiydi bu cümle. Kalktık gittik bin tane ilaç kullanıyorum şimdi. Bir sürü de yan etkileri var genelde aptal aptal dolaşıyorum, halsiz oluyorum, birden ateşleniyorum falan filan. Bu mikrobun öldürülmesi şart dedi doktor, midede çok güçlüymüş bu pis yaratık bi dışarda bi halt değilmiş. Herkeste olabilirmiş tükürük ve yakın temasta başkalarına geçirme ihtimalin yüksekmiş. Ayy kimden geldi acaba bu mikrobik bana :(

İşte çok güçlendiği için içerde ileride mide kanserine neden oluyormuş aaa bi de midemde fıtık varmış sölemeyi unuttum o da yemekten sonra sırtüstü uzanınca oluyormuş, kusmaktan oluyormuş ayy unuttum daha bi kaç tane daha sebebi vardı.

8 senedir doktora gitmiyordum. Yani kontrol amaçlı doktora gitmem hep ya yarı baygın sedye üstünde olmuştur ya ada bi yakınımın kucağında. İyiki de gitmemişim doktora gittim hasta oldum. Bir de kaptım şifayı zaten üstüne nezlemsi bir şey oldum. Off off tam bir eziyetti yani şimdi yazı çok uzun olmasın diye yazamıyorum 2 haftalık hasytane ziyareti bu kadar kısa olacak değil ya daha neler var aslında.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Bir Daha Ölmek

Eski evimizde yatağımın karşısındaki duvara yazmıştım bu şiiri. Okumadan uyuyamazdım. Bugünlerde içimden sürekli bu şiiri okuyorum. Hayırdır inşallah!


o yaşamak kadar güzel kadın
bana ölümü hatırlatıyor
onu her gördüğümde
´´ya ölürsem´´ diyordum
ya ölürsem
bu kadın benim için ağlarsa
bilsem bana acımayacağını
beni unutacağını bilsem
bu kadar ölümü düşünmezdim
o yaşadıkça ölüme inanasım geliyor
cenazeme çiçek göndermeyin
çünkü o zaman tabutumda olmayacağım
kalabalık arasında sizde varsınız
bilin ki yanınızdayım
mezarlığa kadar yürüyeceğiz el ele
avuçlarımızda bütün sıcaklığımız
öyle şiirler okuyacağım ki size
öldüğüme inanmayacaksınız
bembeyaz bir kefene saracaksınız beni
ölmeyeceğim
tahta bir tabuta koyacaksınız beni
ölmeyeceğim
üzerime toprak atacaksınız kürek kürek
yine ölmeyeceğim
sonra sağır sessizliği içinde zamanın
bir bir bırakıp gideceksiniz beni
ölmekten beter olacağım
demek o beni sevmiyor
demek o beni anlamıyor
bana içkimi verin
bana kadehimi verin
bana ellerimi verin
onun şerefine kadeh kaldırır gibi
bir daha
bir daha ölmek istiyorum

Ümit Yaşar Oğuzcan

29 Ocak 2009 Perşembe

Çok Çalıştım Bu Hafta Çoookkk :))

Bu hafta zaman nasıl geçti hiç anlamadım. Pazartesi notları verdik, öğrencilerin projelerini düzenledik. Salı günü spora başladım. 50 dk yürüdüm, 20 dk bisiklet çevirdim. Hamlaşmışım walla. Kış bitiyor sıkılaşmak lazım.

Arkadaşlarla salı günü Onur'da buluşmaya karar verdik. Spordan çıktım koştura koştura kendi evime gittim. Oradan alacaklarımı aldım, Onur'a bıraktım. Sonra tekrar çıkıp alışverişe koşturdum. Oturmadan yemek yapmaya başladım. Zaten bütün gün yorulmuştum, canım çıktı resmen. Neyse önce mercimek çorbamı ateşe verdim. Çorbam ateşte kaynarken ben de (kızların çoğunlukta olacağını bildiğimden nutellalı pasta yapmayı uygun gördüm) tatlımı hazırladım. Tatlıdan sonra tavuk sotemi pişirdim. Son olarakta tavuğumun yanına nohutlu bir pilav patlattım. Baktım zamanım var, iki dakikada bir de sarımsaklı yoğutlu havuç salatası yapıp masaya yerleştirdim. Oturduk sofraya herkes neşeliydi, şakalar, muhabbet havada uçuştu. Çok mutlu oldum, çok özlemişim bitanişlerimi. Tabiki yemeklerimin hepsi çok beğenildi. Herkes tabağını bitirdi. Yemekteyiz programından etkilenip puan bile verdiler. Her şey çok güzeldi de sanırım biraz tuzsuz yapıyorum yemekleri :))


Çarşamba temizlik yaparak ve yatarak geçti. Bugün Perşembe spora gideceğim. 50 dk yürüyüp, 20 dk bisiklet çevireceğim, 30dk da yüzmeyi düşünüyorum. Duşumu alıp, hazırlanıp hiç oyalanmadan otogara koşturacağım. Hazır bir boşluk bulmuşken anneciğimin ve babacığımın kollarına atayım kendimi. Ya Pazartesi ya da Salı günü dönerim heralde Tekirdağ'dan bakalım oradakiler neler yapmış ben yokkken, hiç haberlerini alamadım son günlerde. Gideyim de orayı karıştırayım biraz da. Hihii haahıhaahhıhh yaşasın kötülük :)))))))

23 Ocak 2009 Cuma

Sen Adam Gibi Yaşamanın Bedelini Biz Senin Bedenini Vurup Sırtımıza!

Ortaokuldaydım, Türkçe öğretmenim bu şiiri elime tutuşturup, bu şiiri sen okuyacaksın dediğinde. İlk okumamda tuhaf bir şekilde etkilenmiştim. 2. okuyuşumda şiiri ezberlemiştim bile! Sınıfıma döndüğümde arkadaşlarıma şiiri göstererek bunu okuyacağımı söyledim. Dinlemek istediler, okudum. Sonra neredeyse her gün derse girmeden önce ayin gibi okuttular bana şiiri. Neredeyse hepsi ezberledi. Kalabalığa karşı şiir okumaya alışkındım ama bu şiir benim için ayrıydı. Aradan yıllar geçti ama hala ezberimde şimdi daha başka etkiliyor, başka yerlere götürüyor beni
Koca Reis
Hey gidi koca reis
Gidiyorsun ha
Sen adam gibi yaşamanın bedelini
Biz senin bedenini vurup sırtımıza
Gidiyorsun ha
Ne diyeyim şimdi; iyi mi ettin diyeyim
Kalan, kalan yok be reis
Hani, birkaç küçük anı, birkaç hatıra
İçimde tuhaf bir his
Sana geldi diyor belki de şimdi sıra
Pekâlâ, baş üstüne
Ölüm çoktan kabulüm
Nasıl olsa çocuklar büyüdü
Üç buçuk emekli aylığımda geçinir gider karım
Lakin benim korkum
Şiirlerim kalır diye yarım
Satılır diye bir mahalle bakkalına kitaplarım
Zeytin sarılır, helva sarılır
Kalırsa duvarda bir resmim kalır
Belki kapı zilinde bir müddet ismim
Sonra, sonra unutulur gider cismim dahi
Hey gidi koca reis
Gidiyor musun sahi?
Hatırlar mısın? Aynı yıl bitirmiştik okulu
Senin tayının Anadolu"ya çıkmıştı da
Giderim ulan demiştin, güle oynaya giderim
Bizi vatan haini ilan edip
Ve güle oynaya gitmiştin, bir akşam treniyle
Gerçi sık, sık mektuplaşır
Oraları anlatırdın bizlere
Değişmeli derdin, değişmeli buraların makûs talihi
Oralardan yine öğretmenle evlenmiştin
Çağırmıştın da gelememiştik be koca reis
İş güç işte biraz da bahane
Kızmıştın, hatırlar mısın, ulan demiştin;
Siz benim cenazeme de gelmezsiniz
Geldik, geldik be koca reis, geldik
Sen adam gibi yaşamanın bedelini
Biz senin bedenini vurup sırtımıza
Gidiyor musun sahi?
Ne hikmetse en çokta bana kızardın
Bırak derdin, şu aşk meşk şiirlerini
Yazacaksan ulan, memleket meselelerini yaz
Öyle Erenköy"de oturup
Köylü geldim, köylü gideceğim hikâyelerini kimse yemez
Buralar yok yoksul, buralarda akşamlar ayaz
Buralara ne kimse geliyor, ne yaz
Tutturmuşsunuz, varsa yoksa bizim kuşak
İnsan insanlarına olmalı, taşına toprağına olmalı
İnsan vatanına olmalı uşak
Gelmeyin ulan, gelmeyin derdin, ölümümde dahi
Geldik be koca reis, geldik
Sen adam gibi yaşamanın bedelini
Biz senin bedenini vurup sırtımıza
Gidiyor musun sahi?
Kalan, kalan yok be reis
Satılır palton bir eskiciye
Kömürlüğe atılır haftasına masan
Kalırsa duvarda bir resmin kalır
Belki, belki kapı zilinde bir müddet ismin.
Mehmet Çetin - Sürgünde

21 Ocak 2009 Çarşamba

Meğer Bildiğimiz Yoga Değilmiş...

Bugün hangi bloğu açtıysam ya rejimden ya da platesten bahsediyordu:)) Kış geldi yazın verilen kilolar yavaş yavaş alınmaya başlandı sanırım. Üşüyünce vücut yağ yakar falan sanıyordum ben. Meğer soğukta bizim akıllı vücut yağı depoluyormuş. Daha soğuk olur yakıtımı hazırlayayım mı diyor ne :) Bu yüzden kışın yağ bağlıyor yazın ise su kaybettiğimiz için süzülüyormuşuz:)) Bunu öğrendiğimde baya hüsrana uğramıştım ben.

Kendimi bildim bileli rejim yapıyorum bi bakıyorsun şişmişim bi bakıyorsun inceciğim. allahtan vücudum deforme olmadı çok fazla. Denemediğim rejim, gitmediğim dietisyen kalmadı. Her başladığım şeyde deli gibi kilo verdim. Ama tekrar aldıktan sonra bu başarı sayılmıyor değil mi ? Geçtiğimiz yaz ben bu işi halledicem, böle aç kalarak kilo verilmez, spor şart dedim ve Kuşhan a gittim hemen hemen bir ay kaldım. İnanılmazdı bir sürü kilolu insan herkesin derdi aynı! Sabah aynı saatte kalkıyorsun, aynı anda tartılıyorsun, aynı anda yemek yiyip, aynı anda yürüyüşe çıkıyorsun. Çok başka bir deneyimdi bu benim için. Kuşhan anıları olarak yazmayı düşünüyorum bu yazıdan sonra:) Neyse bir ay kalıp çıktım sonra da kapandı zaten kuşhan. Nerden geldik buraya ya ?? hıımm tamam rejim ve plates :))

Platesi hiç denemedim ama geçen sene bizim kızlarla Nişantaşı'nda YogaŞala diye bir yere gittik. Allahım böyle bir şey yok! Ben zannediyorum ki bağdaş kurucaz, eller yanda gözler kapalı iç sesimizi dinlicez rahatlıcaz. Meditasyon diye gittiğim yer cehennem oldu o gün bana :) ne iç sesi dinlemesi bir yatıosun, bir kalkıyorsun kadın sürekli konuşuo "aşağı bakan köpek" dio domalıp köpek pozisyonu alıosun sonra tekrar aşağı sonra yukarı sonra yana allahım yetişemiyorum. ( terimler gelmio şimdi aklıma ) Biz 3 kız en arkadayız dilimiz dışarıda:) öndeki kızın poposu sırılsıklam. Bütün camlar kapalı içeri hava girmio, havalandırma falan da yok tabi. Kendi nefesimizle boğulucaz odada. Bizim kızlara bakıorum birbirimizden farkımız yok herkesin alnından sular damlıyor. Kollarım bile terledi sanki saunadayım. Arada beni gülme krizi tutuyor zor kendime geliyorum. Sesler duyuyoruz kimden geldiği belli olmayan ahhhh ahhhhh die bi adamla kadın kendinden geçiyor. Bi yerleri acıdığından diil rahatlıyorlarmış :)) Sanki sevişiyorlar duymayan anlayamaz :)) Neredeyse 50 dk boyunca bi aşağı bir yukarı bir yana devam etti. Sıra geldi mini meditasyona :)) Şimdi rahatlıcaz. Pikelerimizi aldık, kafamızı koymamız için yastık niyetine bi tahta verdiler. Yattık sırt üstü. gözler kapandı , nefes alıp veriyoruz ve rahatlıyoruz. Ne rahatlaması sadece 50 dkdan sonra durduğumuz için bünye neye uğradığını şaşırdı. yayıldı zemine :)) neyse teşekkür ettik çıktık. Şöyle bir baktım etrafıma herkes pembe pembe ve sırılsıklam toplu duş almışız sanki :)) Giyindik üstümüzü çıktık. Bir kaç defa daha gittik ama sonra saatleri uymadı bıraktık :))

Böyle anlatıyorum ama güzeldi aslında vücutta çalışmayan tek bir nokta bile kalmıyor. Yalnızca ilk gittiğinde terimleri bilmediğin için bi afallıyorsun ama sonra hareketler tekrar edildiği için alışılıyor.

16 Ocak 2009 Cuma

En iyi dostluklar çocukken edindiğimiz dostluklarmış

Nejat Yavaşoğulları - Yalnız Kalma Bu Dünyada



İş, güç yorgunluk derken gitmeye zaman bulamadığım anneciğimin ve babacığımın yanındaydım geçen hafta sonu. Döneli bir hafta oldu annemin kokusunu alabiliyorum hala :( Tekirdağ benim için sığınak sürekli yaşamayıp böyle arada gittiğimde huzur buluyorum orada. Tekirdağ küçük bir yer, herkes birbirini tanır orada. Gizli saklı bir şey yapamazsınız çünkü mutlaka bir tanıdık görür uçurur haberi ailenize :) öyle sinemaya gidiyorum diye evden çıkıp bara falan gidemezsiniz yani :) Nerde kiminle olduğunu bildikleri için, İstanbul'da çocuğu dışarı çıkan aileler gibi panik halinde olmazlar genelde.

Lise günlerimi hatırlıyorum şimdi. Çok güzel ve eğlenceli bir okul hayatım oldu benim. Lisede bizim sınıfta 7 kişiydik. Lise sonların toplam sayısı 20 kişiydi :)) bu yüzden 20 kişi birlikte gezerdik. Sürü halinde bir oraya bir buraya toplaşır, sahilde ateş yakar, şarkılar söyler, 20 kişi dolmuşa biner çarşıya gidip orayı karıştırırdık. Minibüse bindiğimizde mutlaka bir kaç sarhoş arkadaşımız rezillik çıkarır önde oturan kadınlara ben bu kadını, kızı, amcayı tanıyorum diyip eline koluna yapışır laf atardı :) kahkahalarımızdan, gürültümüzden minibüs şöförünün kafası şişer, bizden kurtulmak için bastıkça basardı gaza.

En iyi dostluklar çocukken edindiğimiz dostluklarmış. Bunun üzerine epeyce kafa yormuştum. Çocukken saf ve temiz bir duyguyla bağlanıyorsun arkadaşına. Kirlenmemiş, hayatla boğuşmamış zamanlarından kalan temiz duygularla büyüyor içinde arkadaşın. Belki de bu yüzden çocukluk arkadaşını gördüğünde heyecanlanıp, için mutlulukla doluyor. O saflığı, temizliği, çılgınlıkları, iki yüzlü olmayan insanları hatırlatıyor bu küçük karşılaşma. Gözlerinin içinde çocukluğunu gördüğün için bu kadar mutlu oluyor insan belki de.

Dostluklar kolay kazanılmıyor malesef. Çocukluk arkadaşınla birlikte büyüyorsun. Sümüklü halini bilir yani :) En berbat hallerini görmüş, en kötü zamanlarında başına yastık yapmıştır göğsünü, sarhoş olup kustuğunda annenler gelmeden kusmuğunu temizlemiş, seni yıkamış, giydirmiş, üstünü sıkı sıkı örtüp, uyuyana kadar başında beklemiştir. Bunları hiç bir zaman yüzüne vurmamıştır. Ergenlik döneminde o asi zamanlarında çılgınlıklara seninle koşmuş, yeri gelmiş korumuş, yeri geldiğinde seni kendine getirmek için yüzüne okkalı bir tokat atmıştır. Dönüp ona sen bana vurdun diyemezsin bilirsin ki senin canının yandığından çok daha fazla canı yanmıştır onun o tokatı attığında. Bazen konuşmazsın gözlerinle anlatırsın derdini. Anlar seni! yanında 10 kişi vardır, anlamazlar ama o halinden, tavrından, içeri girişinden, kirpiklerini oynatışından bir sürü anlam çıkarır ne durumda olduğunu bilir. Kırılacak mı üzülecek mi diye kasmazsın kendini. Sözcüklerini seçerek konuşmazsın o senin kerdeşindir sana kırılır belki ama 5 dk sonra unutur her şeyi kaldığı yerden devam eder. Kendisi çocuk olmasına rağmen büyütür seni. Her adımını takip eder, uyarır, yeri gelir sevgilin gibi kıskanır.

Özledim...
20 kişi Handelerin evine gidip, annelerini gönderdikten sonra kendimizden geçene kadar hoplayıp, zıplamalarımızı. İçip, kusup o kafayla yerleri temizlemelerimizi. 3 lü kanepede 2 kişi sıkış pıkış uyumaya çalışmamızı.

Bağ evine gidip bin saat şömineyi yakmakla uğraşmamızı. Sarhoş olup kendimizi çimenliklere atmamızı. Avazımız çıktığı kadar bağırarak şarkı söylememizi.
Kim ne diyecek diye düşünmeden sarmaş dolaş orada burada gezmelerimizi
Süpriz doğum günü partilerimizi
Birimizin morali bozulduğunda 20 kişinin bir araya gelerek onu güldürmeye çalışmasını
Bara gidip, sabaha kadar eğlenip, sabahın ayazında karda yüzüncüyıla kadar yürümelerimizi
Birbirimizi 20 kişinin dışındakilerle paylaşamamamızı.....
Yazmakla bitmeyecek yaşanmışlıkları çok özledim.
Vazgeçemediğimiz insanlar vardır. Çocukluk arkadaşlarım benim vazgeçilmezlerim. Ne yaparlarsa yapsınlar, ne yaşarsak yaşayalım. Bir araya geldiğimizde kötü olan her şey biter. Aklımıza bile gelmez. İlkokuldan beri arkadaşım benim bunlar ! arkadaşım olmaktan çıkmışlar artık kardeşim olmuş, ailem olmuşlar. Hala doğum günlerimizi birlikte kutlarız, saat 00.00 olduğunda mutlaka yanımdadırlar. Kötü zamanımda 20 kişi olmasa da 5 i yanımda destek olur. Elim, kolum, gözüm olur bana yol gösterirler. Yemeğe çıkar kaynatırız. Meşhur balık günlerimiz vardır. Donatırız masayı güleriz, ağlarız. Canımız sıkıldığında Hande'nin kapısına dayanır, kızı uyutmaz sabaha kadar vikvikleriz. Onlarsız bir hayat düşünemiyorum. Hepsi hayatımın renkleri onları çokkk çokkk ama çoookkk seviyorum. Canlarım benim.

12 Ocak 2009 Pazartesi

Deniz Seki - Sahici 2008


1- Deniz Seki - Pişman Olmadım


2- Deniz Seki - Zirve


3- Deniz Seki - Aptal


4- Deniz Seki - Sahici


5- Deniz Seki - Şaka Değil


6- Deniz Seki - Gurur


7- Deniz Seki - Kayboldum


8- Deniz Seki - Yine Hüzün


9- Deniz Seki - Yeter


10- Deniz Seki - İmkansız


11- Deniz Seki - Bu senin Seçimin


12- Deniz Seki - Eski Bir Şarkı Gibi


13- Deniz Seki - Oyun


14- Deniz Seki - Adaletsiz Seçim


15- Deniz Seki - İçimi Döktüm

11 Ocak 2009 Pazar

İki Arkadaş


Çok samimi iki dost ve arkadaslardir. Fakat bir tanesi çok kurnaz ,
atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf , dürüst ve sessizdir.
Bir gün kurnaz olan arkadaş , diğer arkadaşın yanına giderek
işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu
onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayi arkadaşına verir.

Arkadaşı bu parayla islerini düzeltir. Bir süre sonra kurnaz olan
yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere oldugu
nişanlısını çok beğendiğini ve kendisine vermesini ister.
Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez.
Fakat aralarında o kadar kuvvetli bir sevgi vardır ki arkadaşına hayır
diyemez, nişanlısını arkadaşına verir.
Zaman içinde Saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir
( ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım diyerek) arkadaşının iş yerine gider
ve kendisine çalışması için iş vermesini ister.
Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri
döner ama yine de arkadaşına kızamaz.
Bir gün sokakta dolaşırken yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir oldugu için ilaç alamadagını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza
acır, istediği ilaçları alır evine götürüp dinlendirir oturup sohbet ederler bir süre.
Ve kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok
zengindir ve bütün mirasını kendisinebırakmıştır. Saf adam artik zengindir.
Biraz da sevdiği dostuna olan kıkgınlığıyla dostunun iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya
yerleşir. Bir gün evinin kapısına dilenci bir kadın çalar. Yaslı
kadın çok aç olduğunu, kendisine yemek vermesini ister.
Bizim saf hiç düsünmeden kadını içeri alır karnını doyurur, Kimsesi
olmadigini ögrendigi kadına ;
Kendisinin de yanliz olduğunu söyler ve bu evde birlikte yaşıyalım, sen
evin islerini ve yemekleri yaparsın der,
yaşlı kadın hiç düsünmeden kabul eder.
Bir süre sonra yaslı kadın bizimkine, kendine uygun bir kız bulup
evlenmesini söyler, Bizimki böyle bir kızı nasıl bulacagını,tanıdığı olmadığını söyler.
Yaşlı kadın ona uygun bir kız tanıdığını ve kendisiyle
görüştütebileceğini söyler.
Görüşmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve dügün davetiyeleri
basılır.
Bizimkisi kırgın olduğu halde çok samimi dostunu yine de
unutamamıştır . Biraz da geldigi konumu görmesi açısından samimi
arkadaşına da davetiye gönderir . Düğün günü gelir çatar . Saf adam
düğün salonunda bir şeyler söylemek isteğiyle mikrafonu alır
ve başlar yaşadıklarını anlatmaya ;
''Eskiden çok sevdiğim bir dostum vardi . Bir gün işleri bozulunca benden
borç para istedi , elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok
beğendiğini söyleyerek benden istedi.İçim kan ağlayarak onu da kendisine
verdim . Çünkü biz gerçek dosttuk onun üzülmesini istemedim.
Işlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için
kendisinden iş istedim. o bana is vermedi.
Çok üzüldüm, ama yine de arkadaşıma kızmıyorum. Çünkü biz gerçek
dosttuk.'' Bu konusma üzerine kurnaz olan arkadaşı daha fazla
dayanamaz ve mikrafonu eline alır başlar konuşmaya;
''Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı. Islerim
bozulduğunda kendisinden para istedim,
bütün parasını bana verdi. Sonra ondan nişanlısını istedim, üzülerek
nişanlısını da verdi . Nişanlısını istememin nedeni o kadının
arkadaşıma layık olmamasıydı .(Hayat
kadınıydı )

Kendisi çok saf olduğu için arkadaşımı o kadından bu şekilde
kurtardım. İsleri bozulduğunda gelip benden iş istedi, Arkadaşımı
kendi emrimde çalıştıramazdım, o yüzden iş vermedim. Günün birinde
karşılaştığı yaslı adam benim babamdı. Babam ölmek özereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım.
Evine gelen dilenci kadın ise; benim annemdi. Ona bakıp iyi yaşamasını
sağlamak için gönderdim.Ve şu anda evlenmekte
oldugu kişi de benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben
ikna ettim . Değerli misafirler, işte biz böyle dostuz'' .........
ömer köroğlu